Birlikte kaleme aldığımız ve Aralık 2023’te yayınlanan “Demokratik ve enternasyonalist bir sol için” başlıklı bildiri, küresel solun antisemitizmle ilgili ciddi bir sorunu olduğunu vurguluyordu. Yahudilere karşı bağnazlığın Filistin dayanışma hareketleri içinde nasıl güçlendiğini ve yayıldığını gördük. Diasporadaki Yahudi topluluklarının, 7 Ekim 2023’ten bu yana kendilerine yönelik nefret olaylarında gözle görülür artışlar karşısında kendilerini savunmasız ve saldırı altında hissettiklerini kabul ediyoruz.
Hem sağcı hem de solcu antisemitizme karşı mücadelenin altı, Yahudi toplumunun müttefiki olduğunu iddia edenlerin İsrail’e yönelik meşru eleştirileri antisemitik olarak nitelendirerek pervasız ve haksız suçlamalarda bulunmaları nedeniyle oyulmaktadır.
Aşırı sağın bazı kesimleri (bazı başarılarla) Filistin dayanışması hissiyatına hitap etmeye ve İsrail devletinin eylemlerine yönelik öfkeyi genel olarak Yahudilere yönelik nefrete dönüştürmeye çalışırken, aşırı sağın diğer kesimleri de kendi gündemleri doğrultusunda İsrail’in müttefiki kılığına girmişlerdir.
Özellikle, sağın bu kesimi tarafından Müslüman karşıtı ırkçılığın ve göçmenlere karşı duyulan hıncın, azınlık topluluklarının tamamının antisemitik olarak asılsız bir şekilde mahkûm edilmesi yoluyla nasıl beslendiğini gördük. Bu tür suçlamalar aşırı sağ ile ana akım muhafazakarlık arasında hali hazırda parçalanmakta olan güvenlik duvarını daha da aşındırmak için kullanılmıştır; zira politikacılar terörizmin destekçisi olduğu iddia edilen kişilere karşı sert görünmek için yarışmakta ve Yahudi korkularını seçim kozu olarak kullanmaktadır.
Muhalefetin şeytanlaştırılması ve kriminalize edilmesi, akademik özgürlüğün kısıtlanması ve devlet üniversitelerine yönelik saldırılar, otoriterleşmeye doğru yaşanan küresel sürüklenmenin bir parçasıdır.
Filistin dayanışma hareketi içinde antisemitizme karşı çıkmak hayati bir önem taşımaktadır.
Ayrıca, mevcut siyasi ortamda antisemitizm meselesinin, Avrupa, İsrail, Amerika Kıtaları ve Okyanusya’daki çok cepheli otoriter muhafazakar kültür savaşının bir aracı olarak kötüye kullanılması da mevcuttur.
Benzer kültür savaşları dünyanın diğer bölgelerinde de yürütülmektedir ve dünyanın farklı bölgelerindeki farklı antifeminist kültürel akımlar, köktendinci dini hareketler ve aşırı sağ gruplar arasında güçlü bağlantılar mevcuttur.
Burada bahsettiğimiz muhafazakar kültür savaşının özgünlüğü, bir dizi gerçek ve hayali akademik kavramı (eleştirel teori, “kültürel Marksizm”, kesişimsellik, dekoloniyalizm, ” cinsiyet ideolojisi”, eleştirel ırk teorisi), öğrenci radikalizmini ve “Batı “daki göçmen ve Müslüman varlığını terörist ve antisemit figürüyle harmanlamasıdır.
“Kültürel Marksizm” kavramı ve “geleneksel değerlerin” altını oymak için çalışan “finansal elitler” tarafından desteklenen güçlü lobiler kavramı gibi birçok motif ve düşünce tarzının kendisi antisemitiktir.
Öğrenci kamplarında etkili olan bazı örgütler, İsrailli sivillere yönelik şiddeti meşrulaştırmak ve İsrailli Yahudilerin kolektif haklarının reddedilmesini savunmak gibi antisemitik pozisyonlara sahipler.
Bu, tüm katılımcıların kolaylıkla antisemit olarak nitelendirilebileceği anlamına gelmez.
İfade özgürlüğünün güçlü bir şekilde savunulması, hem hareketler içinde hem de genel olarak toplumda, eleştirel seslerin duyulabilmesi ve gerici görüşlere doğrudan meydan okunabilmesi için hayati önem taşımaktadır.
Bunun yerine, birçok üniversite öğrenci protestoculara karşı sert ve baskıcı bir yaklaşım sergilemiştir. Ne yazık ki birçok ana akım medya kuruluşu da protestolar – ve protestocularla diyalog kurulmasını savunan herkes – hakkında kolaycı ve çoğu zaman şeytanlaştırıcı betimlemeler yaparak oldukça olumsuz bir rol oynamıştır.
Özellikle Axel Springer gazete grubunu suçluyoruz; Bild ve BZ gazeteleri protestoların kriminalize edilmesine karşı çıkan akademisyenleri “öğrenci çetesi” destekçileri olarak göstermiş, onları Yahudilere düşman olmakla ve ayrım gözetmeyen şiddeti önemsizleştirmekle suçlamış ve bu akademisyenlerin fotoğraflarını “Aranıyor” posterleri tarzında yayınlayarak iftiralarını kişiselleştirmiştir.
Hedef alınanlar arasında, Berlin’deki Antisemitizm Araştırma Merkezi’nde görev yapan Peter Ullrich ya da uluslararası üne sahip Holokost tarihçisi Michael Wildt gibi antisemitizmi (soldaki antisemitizm de dahil olmak üzere) araştırmak ve karşı çıkmak konusunda uzun bir geçmişe sahip olan akademisyenler de yer alıyor ve Springer gazetelerinin Yahudi karşıtı ırkçılıkla ilgili sözde kaygılarının boş olduğunu vurguluyorlar.
Yahudilere yönelik saldırıların arttığı bu dönemde, antisemitizm konusunda açıklığa ve titizliğe ihtiyacımız var. Farklı toplulukların hedef alındığı bu dönemde, azınlıklar arasında bölünmeye değil diyaloğa ihtiyacımız var. Otoriterliğin derinleştiği ve akılsızca bayrak sallandığı (flag-waved) bir dönemde, muhalif ve eleştirel düşünce alanlarını savunmamız gerekiyor. Bu insandışılaştırıcı şiddet döneminde, akademik özgürlüğü ve ifade özgürlüğünü savunmamız gerekiyor.
Ben Gidley, Daniel Mang, Daniel Randall
Bu Açık Mektubu imzalamak için lütfen [email protected] adresinden bize yazın.